ÖZ
Bu makalede, Irak Türkmen edebiyatının en başta gelen isimlerinden Kerküklü Hicrî Dede’nin şiirlerinde yoksulluk temasının nasıl işlendiği ve bu yoksulluğun nedenlerine nasıl değinildiği ele alınmaktadır. Osmanlı’nın son döneminden Irak Krallığı’na uzanan süreçte yaşamış olan şair, savaşlar, kuraklık, çekirge istilaları, maaş yetersizliği, stokçuluk ve ticari ahlakın bozulması gibi pek çok faktörü yoksulluğun sebebi olarak göstermektedir. Şiirlerinde halkın sefaletini, çocukların açlığını, savaşın yol açtığı sosyal yıkımları duygusal ve etkileyici bir üslupla aktaran Dede, aynı zamanda çözüm önerileri de sunmuştur. Eğitime, üretime, bilimsel ilerlemeye ve tasarrufa dayalı bir kalkınma anlayışıyla yoksulluğun önlenebileceğini savunmuş, Zâb-ı Sagîr (Küçük Zap) gibi su kaynaklarının değerlendirilmesini talep etmiştir. Hicrî Dede, şiirlerinde sadece bireysel duygulara değil, toplumsal sorunlara da yer vererek klasik Türk şiirine sosyal bir boyut kazandırmıştır. Onun şiirleri, bir yandan geleneksel estetiği sürdürürken diğer yandan döneminin sosyoekonomik gerçekliğine tanıklık eden güçlü birer belge niteliğindedir. Makale, nitel araştırma yöntemlerinden doküman incelemesi tekniği ile hazırlanmıştır.
Giriş
Klasik Türk şiiri, yalnızca aşk gibi bireysel duyguları işleyen bir nazım geleneği değil, aynı zamanda toplumun kültürünü, geleneğini, sosyal gerçekliklerini de estetik bir dille yansıtan güçlü bir edebî mirastır. Yeniterzi’ye göre edebiyat, toplumun tutum ve değer yargılarını dışa vurduğu bir alandır. Divan şiirine bu gözle bakıldığında Osmanlı’nın sosyal, ahlaki ve iktisadi çözülmesine dair ipuçları bulmak mümkündür; çünkü şairler yaşadıkları dönemlere dair buhranlarını açıkça dile getirirler (Kardaş, 2019, ss. 489524). Bu bakımdan Fuzûlînin meşhur Şikâyetname’si, Şeyhînin Harnâme’si, Bağdatlı Rûhînin Terkib-i Bend’i, Nef’înin Sihâm-ı Kazâ’sı gibi sosyal adaletsizlikleri dile getiren hiciv örneklerinin yanı sıra kahtiyye[1] gibi türlerde şiirler yazarak toplumun yaşadığı açlık, kıtlık ve sefaleti anlatan şairlerin sayısı da az değildir. Kuşkusuz, Fuzûlî ve Bağdatlı Rûhî gibi daha nice Irak Türkmen şairinin de günümüze kadar gelen bu güçlü edebî mirasta büyük payı vardır. Yaşadığı toplumun sorunlarına sessiz kalmayıp klasik Türk şiiri geleneğiyle şiirler yazan bir diğer Irak Türkmen şairimiz ise Kerküklü Hicrî Dede’dir. Hicrî Dede, şiirlerinde yaşadığı dönemin sosyoekonomik sorunlarına ve özellikle de yoksulluğa dair önemli temsiller sunar. Şair, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden başlayarak İngiliz işgali ve Irak Krallığı dönemine kadar uzanan geniş bir tarihî arka plan içerisinde savaşlar, kuraklık, kıtlık, ekonomik çöküş, ahlaki yozlaşma ve sosyal adaletsizlik gibi unsurların toplumda yarattığı derin yoksulluğu şiirleriyle gözler önüne sermiştir.
Yoksulluğun temel nedenlerinden biri olarak savaşlar, Hicrî Dede’nin yaşadığı coğrafyada tarih boyunca görülmüştür; hatta ne yazık ki görülmeye de devam etmektedir. Savaşlarda yaşanan sadece can kayıpları değildir. Savaş sonrası insanlar evsiz, işsiz kalmakta, gıda yetersizliği ve kıtlık nedeniyle hastalanmaktadır. Savaşın getirdiği psikolojik yıkımlar Hicrî Dede’nin şiirlerinde de göreceğimiz üzere kardeş kavgalarına bile neden olmaktadır. Kıtlık ve yoksulluğun tek nedeni kuşkusuz savaşlar değildir. Ülke coğrafyasının kurak olması, susuzluk ve zaman zaman yaşanan çekirge istilalarıyla[2] tarım arazilerinin zarar görmesi ve üretimin azalması doğrudan sosyoekonomik yaşamı etkilemektedir.
Maalesef ki savaşlar, üretim azlığı, gıda yetersizliği ve kıtlık peşinden pahalılığı getirmektedir. Yaşanılan pahalılık karşısında insanların alım gücü düşmekte, maaşları yetersiz kalmakta, çoğu borçlu duruma düşmektedir. İnsanların bu duruma düşmesinde rolü olan bir kesim vardır ki onlar bu durumu fırsat bilen stokçu, karaborsacı tüccarlardır. Bu bakımdan ticaret ahlakını yitirmiş stokçu tüccarlar dahi yoksulluğun temel sebeplerinden biri olarak düşünülebilir. Nitekim makalemizde Hicrî Dede’nin bu yönde yazdığı şiirler de değerlendirilmiştir.
Hicrî Dede’nin şiirleri yoksullukla, adaletsizlikle ve savaşla mücadele eden Irak Türkmen halkının edebî sesi olmuştur. Bu bağlamda Dede, yaşadığı dönemin sosyoekonomik durumuna bir yandan şiirleriyle ayna tutarken bir yandan da toplumun refahı için neler yapılabileceği hakkında görüşlerini ve temennilerini de dile getirmiştir.
Makalede Kerküklü Hicrî Dede hakkında kısaca bir bilgi verildikten sonra Dede’nin şiirleri yoksulluk, yoksulluğun sebepleri ve şairin yoksulluğu gidermek için aradığı çareler (öneriler) bakımından değerlendirilecektir. Makale, nitel araştırma yöntemlerinden doküman incelemesi tekniği ile hazırlanmıştır. Doküman incelemesi, araştırma konusuna ilişkin belge ve kayıtların sistemli bir biçimde toplanması, belirli bir düzen ve kurala göre kodlanarak analiz edilmesi sürecini ifade eder. Bu teknik sayesinde yazılı ve görsel nitelikteki materyaller araştırmaya dâhil edilerek kapsamlı bir değerlendirme yapılabilmektedir (Cansız Aktaş, 2014, s. 363).
Hicrî Dede Kimdir?
Hicrî Dede’nin asıl adı Mahmut (Mahmut ibn-i Ali ibn-i Naziri), şiirdeki mahlası Hicrîdir. Kerkük’te Bektaşî kollarından sayılan Kakaî toplumunun büyüğü ve mürşidi olması nedeniyle Dede lakabıyla anılır. Manzumelerinin altında imza yerine Hicrî Dede adını kullanmıştır. Halk arasında ise Dede Hicrî olarak tanınmıştır. Annesi Zeynep Hanım, babası Kerküklü Müridzade Koyuncu Molla Ali, dedesi zamanının şairlerinden Nazîrî Dede’dir. Büyük dedesi Hüşyâr Dede’nin ise, Fuzûlî devri şairlerinden olduğu, bir ara Kanûnî Sultan Süleyman’ın Kerkük ziyareti esnasında rehberlik vazifesinde bulunduğunu Hicrî Dede, Kerküklü Resul Hâvînin Ravzatüş-Şu’arâ adlı tezkiresine dayanarak söylemektedir (Terzibaşı, 2013, s. 10).
Kerkük’ün Çay Mahallesi’nde doğduğu bilinen Hicrî Dede’nin doğum tarihi konusunda farklı görüşler vardır. Şairin oğlu Faik Dede’nin sunduğu eserlerde Hicrînin doğum tarihi H. 1297 (M. 1880) olarak gösterilmiştir (Saedgul, 2015, s. 4). Bununla beraber Terzibaşı’nın araştırmalarına göre, şairin doğumu H. 1291 (M. 1874) yılına tekabül etmektedir (Terzibaşı, 2013, s. 11).
Hicrî Dede henüz sekiz yaşındayken babası vefat etmiştir. On iki yaşına kadar hususi mahalle mekteplerinde okumuştur. Daha sonra Kerkük’ün tanınmış âlimlerinden dersler almış, en son Arapça Nahiv ilminde Câmi kitabını okurken yazdığı neme lâzım redifli bir Hayyamâne manzumesiyle gramer ve öteki medrese ilimlerini alay edici bir dille küçümsemiş, bu tür tahsili bırakıp kendisini tamamen şiir ve edebiyata vermiştir (Terzibaşı, 2013, s. 11).
Çalışma hayatına ise öğretmenlikle başlamıştır. Kerkük Sultanî Mektebi’nde Farsça öğretmenliği yapmış, ardından Kale İlkokulunda görev almıştır. Bir süre sonra bir emirnameyle bu görevine son verilmiştir. Bundan sonra bir süre maddi sıkıntılar nedeniyle belediyenin Buğday Toplama Sahası’nda çalışmıştır. 1927’de Kerkük gazetesinin başyazarlığına getirilen Hicrî Dede, Belediye Meclisi tarafından sıhhiye müfettişliğine tayin edilince gazeteden çekilmek zorunda kalmıştır. Bir süre sonra yeniden gazeteye dönüp belediyeden kendisine ayrılan tahsisatla geçinmeye çalışmış; ancak geçirdiği kısa bir hastalık döneminden sonra 11.12.1952 (24 Rebiülevvel 1372) tarihinde vefat etmiştir. Adına bir şiir de yazdığı Musalla Kabristanı’ndaki aile mezarlığına defnedilmiştir (Terzibaşı, 2013, s. 1113). Vefatının ardından Esat Naip, Tevfik Celâl ve Ömer Fevzî gibi Irak Türkmen edebiyatının önde gelen şairleri Dede için mersiyeler yazmıştır (Terzibaşı, 2013, s. 13). Vefatının 9. yıldönümünde ise Kardaşlık dergisinde Hicrî Dede için özel bir sayı çıkmış, pek çok ünlü isim şair hakkında yazılar yazmıştır (Kardaşlık, 1962).
Edebî kişiliği ve şiirlerinin özellikleri açısından bakıldığında Hicrî Dede’nin Irak’ta Türkmen şairleri arasında önderlik yapan, velut ve halkça tanınmış bir şair olduğu görülür. Ömrü boyunca durmadan toplum için şiirler yazmış, onların yararına devlet adamlarına da kasideler sunmuştur. Terzibaşı’na göre Osmanlı devri, İngiliz İşgali ve Krallık çağına tanık olan şair, bu devirlerde yazdığı siyasi ve içtimai şiirlerinde rejim aleyhtarlığı yapmadan akıllıca bir tutumla görüşlerini aktarmıştır (Terzibaşı, 2013, s. 18).
Hicrî Dede, şiirlerini büyük oranda klasik divan şiirinin şekil tekniği ve sanat oyunlarıyla yazmış; ancak konu ve anlam bakımından yenilik yapmaya özen göstermiştir. Genellikle halkın anlayacağı sade bir dil tercih etmiştir.
Şiirlerinin muhtevasına bakılacak olursa en çok insani duyguların şiirlerine hâkim olduğu görülür. Genellikle vatan sevgisinden bahseder, her zaman sulh ve selamet çağrısı yapar, herhangi bir ayrım yapmadan kardeşlik havası yaratmaya çalışır. Bireysel ve psikolojik konuların yanı sıra daha çok yazımızda da ele aldığımız gibi yoksulluk, savaşlar nedeniyle yaşanan yıkımlar, susuzluk, sosyal adaletsizlik, ahlakın çöküşü (bilhassa ticari ahlakın çöküşü) vb. toplumsal konulara şiirlerinde yer verir. Ayrıca dinî ve tasavvufi içerikli şiirleri de bulunmaktadır. Şiirleri kapsamlı bir şekilde incelendiğinde şairin neredeyse önüne çıkan hemen her durum veya olay için bir şiir yazdığını söylemek kanaatimizce abartı olmayacaktır.
Anadan doğma bir şair olduğunu söyleyebileceğimiz Hicrî Dede’nin şu ana kadar tespit edilebilen dokuz tane basılmış, dokuz tane de yazma kitabı bulunmaktadır. Ayrıca oğlu Faik Dede’nin özel kitaplığında bulunduğu bilinen dört kitabının yanı sıra hayatı boyunca çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış pek çok perakende şiiri mevcuttur.[3] Bizim de yazımızda faydalandığımız bazı eserleri oğlu Faik Dede tarafından yayımlanmıştır.
Hicrî Dede’nin hayatı ve edebî kişiliği hakkında verdiğimiz bilgilerden sonra şiirlerinde yoksulluk temasının nasıl işlendiği, yoksulluğun sebepleri üzerinden başlıklar hâlinde şöyle sıralanabilir:
Savaşın Yoksulluk Üzerine Etkisi
Hicrî Dede’nin yaşadığı dönem, Osmanlı Devleti’nin son yıllarına, Birinci Dünya Savaşı’na, İngilizlerin Irak’ı işgali ve Irak Devleti’nin yeniden kuruluş dönemine, İkinci Dünya Savaşı ve Filistin Savaşı dönemlerine tekabül etmektedir. Döneminde şahit olduğu savaş ortamı ve bu savaşın bir sonucu olarak fiziksel ve sosyal yıkımın yanı sıra toplumun yoksulluğa sürüklenmesine yol açan ekonomik ve psikolojik yıkımın etkileri, Hicrî Dede’nin şiirlerinde açıkça kendini göstermektedir. Hicrî Dede, bu savaşları her zaman kınamış, sebep olanları ağır bir dille eleştirmiş ve her dönemde olduğu üzere savaşlardan en zararlı çıkan kesim olarak halkın sesini duyurmaya gayret göstermiştir.
Şair, Savaş Acısı başlıklı şiiri boyunca savaşın yalnızca can kaybına değil, geçim kaynaklarının yok oluşuna, yoksulluğun derinleşmesine de neden olduğundan bahseder. Şu beyitte savaş nedeniyle kıtlığın baş gösterdiğini, açlığın artık sıradanlaştığını, insanların yiyecek bulamadıkları için kardeşlerini bile boğacak hâle geldiğini belirtir. Açlık ve yoksulluk, ahlaki çöküntü boyutuna ulaşmaktadır.
Ḳıtlıḳ çöküyor bel büküyor ḳan yemek olmuş
Ḳardaş boġar öz ḳardaşını ṭaş yürek gösterir olmuş
(Canlı Sözler [CS]/117/11)
Şair, aynı şiirin bir başka beytinde ise savaş nedeniyle babasını kaybetmiş, gündelik isteyen parasız öksüz çocuklardan bahsederek savaşın çocuk yoksulluğu üzerine etkisine işaret eder.
Öksüz çocuġun aḳçesi yoḳ gündelik ister
Derken bu ṣavaşta babam ölmüş hani göster (CS/117/8)
Hicrî Dede, Harb Faciası başlıklı mesnevisinde şahit olduğu savaş meydanını, yaşanılan kayıpları, vahşeti, acıları, halkın yaşadığı yoksulluğu âdeta canlı bir tablo gibi gözlerimizin önüne serer ve beddua niteliğinde sözler sarf eder. Eğer elinde yeterli bir gücü olsa ister kral olsun isterse ulu bir serdar, cihan halkının kanını dökenlerin hepsini bir mekânda toplayıp savaş mağduru olan çaresiz insanların bu kan dökücülerden intikam almasını sağlamanın en büyük emeli olduğunu söyler. Bu savaşa neden olanların haneleri yıkılsın, sarayları mezara dönsün, ciğerleri parçalansın, tıpkı onlara yaşatıldığı gibi çocukları sefaletten sokaklarda dilensin ister. Zulmedenler ancak halkının çektiği felaketlere denk felaketler yaşarsa onların hâlinden anlayacaklardır.[4] Şair, bu vesileyle örnekte görüldüğü üzere savaşın bir sonucu olarak yoksulluk nedeniyle ya çocukların sokaklarda dilenmek zorunda kaldıklarını ya da aileleriyle yüz göremedikleri gurbet illere göç etmek zorunda kaldıklarını vurgular. Şiirin devamında ise Darvin’in Evrim Teorisiyle bağlantı kurarak her şeye rağmen zulmedenlerden olmadıklarını dile getirir.[5]
Andan ṣora eṭfāli soḳaḳlarda dilensin
Yırtıp yüzünü ‘āilesi ḳanla bezensin
(Hicrî Dede’den Seçmeler [HDS]/78/73)
Yā ‘āilesi yavrusunun tutsun elinden
Sersem dolaşıp görmeye yüz ġurbet ilinden (HDS/78/74)
Hicrî Dede’nin benzer duygularla savaşın zararlarını dile getirdiği bir başka şiiri Bir Hayâl başlıklı şiiridir. Şairin, mazlumlara olmaz çileyi, sefaleti reva gören zalimler hakkında temennilerinden biri kendilerinin yaşadığı gibi onların çocuklarının da çarşılarda dilenmek durumunda kalmalarıdır.
Ḳan dalġası görse ḳarşılarda
Eṭfāli dilense çarşılarda (CS/88/9)
Dede, şiirin devamında elinde bir şans olsa tüm insanlığın bir olacağı bir mektep açmak, bu mektebin her sınıfında kavgayı unutturmak ve yerine barışı okutturmak isteğini de dile getirir.[6] Ayrıca cihanın tüm dul, öksüz, fakir ve güçsüz olan yardıma muhtaçlarını toplayıp onlara yardımcı olmak istediğini belirtir.
Ṭoplardım erāmil-i cihānı
Öksüzle faḳīr ü nā-tüvānı (CS/88/17)
Tüccarların Yoksulluk Üzerine Etkisi
Hicrî Dede’ye göre yoksulluğun bir diğer nedeni yaşanan savaşlar kadar yoksulluk karşısında bazı tüccarların olumsuz, bencil tutumlarıdır. Özellikle “muhtekir (kara borsacı, stokçu)” sıfatıyla nitelendirdiği tüccarları Muhteris Muhtekirlere başlıklı şiirinde kıyasıya eleştirir.
Dede, bahsi geçen şiirine öncelikle evlerinde yiyecek hiçbir şey bulunmayan aç çocukların durumunun kıyamet gününden farksız olduğunu söyleyerek başlar. Hâl böyle iken refah içinde yaşayabilen aileleri “Allah onları belaya uğratmasın” diyerek ironik bir dille eleştirir.[7] İnsanların bir kısmının yerken diğer kısmının sadece bakabildiği gıdayı zehir olarak niteler ve vatansever kişinin bu adaletsizliğe içinin yanacağını söyler. Benzer ifadeler Yağmur Duası başlıklı şiirde de geçmektedir.
Semmdir, o ġıdā’ bāzı yesin digeri baḳsın
Erbāb-ı ḥamiyyet meger öz baġrını yaḳsın
(Saedgul, 2015, s. 346/3)
Biri ekl eylesin ya digeri baḳsın taḥassürle
Şerer yükselmesin mi ḳalb-i erbāb-i ḥamiyyetten (CS/129/5)
Şaire göre insan açken Allah’ı bile unutur. Ekmek yoksa iman da zayıflar, toplumdaki ahlaki ve dinî değerler sarsılır. Bunun sonucu olarak fakirlik insanı küfre ve günaha götürür. İnsanın hem bu dünyası hem de ahireti kararır.[8]
Şaire göre kıtlık öyle bir ateştir ki cehennem onu görse avcı görmüş kuş gibi uçup kaçarak ağlar. Ayrıca kıtlıktan ölmek, savaşta ölmekten daha fazla acı verir.
Ḳaḥṭ āteşini görse cehennem ḳaçar aġlar
Ṣayyādı gören ḳuş gibi durmaz uçar aġlar
(Saedgul, 2015, s. 347/7)
Ölmek ṭop ile belki diger ḥāl-ı ṣafādır
Ḳaḥṭ ile ölüm başḳa elem başḳa belādır
(Saedgul, 2015, s. 347/8).
Zenginler ise yoksulluğun verdiği bu acıyı bilmezler. Gerçek insanlık ve merhamet sadece kendini değil, tüm insanlığı düşünmekle olur. Hicrî Dede, şiirin devamında nihayet başından beri yoksulluğun temel sebeplerinden biri olarak gördüğü muhteris muhtekirlere -hırslı istifçi/karaborsacı tüccarlara- eleştirinin dozunu daha da artırır.[9] “Beyt” kelimesini tevriyeli kullanarak muhtekir diye nitelendirdiği kişilerle kendisini karşılaştırır ve “Ben vatana şiir yazan (beyit inşa eden) bir şairim; muhtekir (istifçi, karaborsacı) ise kendi evini yapmak için bin evi yok eder.” der. Benzer bir ifade şairin Yağmur Duâsı başlıklı şiirinde de bulunmaktadır. Ayrıca ona göre dünyada gıdanın fiyatı yükselecek olursa saf şiirin kıymeti azalacak, yani maddi çıkarlar maneviyatı ve edebiyatı gölgede bırakacaktır.
Ben münşi-i beytim vaṭana, muḥtekir ammā
Öz beytini yapmaḳ için eder bin ev imḥā
(Saedgul, 2015, s. 347/12)
Diler tek ḫānesin ma’mūr ede bin ḫāneyi yaḳsın
Ümîd ḫayr ḳılma ev yıḳan bed-ḫ˘āh milletten (CS/129/4)
Es’ār-ı ġıdā yükselecek olsa cihānda
Eş’ār-ı ṣafānın düşecek ḳıymeti anda (Saedgul, 2015, s. 347/13)
Hicrî Dede çarşıdaki pahalılık ve kıtlığın sebebi olarak gördüğü stokçu tüccarları insanların rızkını saklayan caniler, Allah’ın gazabına uğrayanlar diye nitelendirir. Bu istifçiler tarafından ambarlarda saklanan sadece bir tahıl tanesi değildir, kıtlıktan ölümlere neden oldukları için aslında her bir tane aynı zamanda bir candır. İstifçiler insan hayatıyla oynamaktadır. Benzer bir ifade şairin Yağmur Duâsı başlıklı şiirinde de bulunmaktadır. Gıdanın her bir tanesi insan ve hayvan için hayati önem taşırken bunu saklayıp stoklayan caniler lanet okunun hedefi olacaktır.
Ey rızḳ-ı beşer ḥaṣr edici cāni u maḳhūr
Her ḥabbesi bir rūḥtur enbārda maḥṣūr
(Saedgul, 2015, s. 347/14)
Ġıdā her dānesi bir rūḥtur insān u ḥayvāna
Bunu ḥabs eyleyen cāni hedeftir tīr-i lā’netten (CS/129/6)
Muhtekir, öldüğünde onu savunacak bir bahane bile yoktur. Muhtekirin zulmünden etkilenenler onun ölümüyle can bulacaklardır.
Ey muḥtekir öldükte sana yoḳ ki bahāne
Mevtinle senin cān bulur emvāt-i zamāne
(Saedgul, 2015, s. 347/15)
Dede, şiirin devamında yoksulluk karşısında bencilce hareket eden muhtekiri tasvir etmeye devam eder. Muhtekirin sakladığı mallar onun boynuna Azrail’in zinciri gibi takılacaktır, Allah dahi onu lanetler.[10] Muhtekir halkın mahvoluşundan zevk alır; çünkü o, kötü yaratılışlıdır.
Zevḳ almadadır muḥtekir itlāf-i beşerle
Taḫmīr olunup çünkü mużırr ṭıynet-i şerle
(Saedgul, 2015, s. 348/17)
Muhtekirin bencil ve kötü yaratılışlı olmanın yanı sıra bir diğer özelliği de ikiyüzlü oluşudur. Sahte bir merhametle açlık var diye ağlar gibi yapar; ama aslında içten içe sevinir. Çünkü halkın açlığı ona kâr getirecek bir durumdur.
Eyvāh diyor yoḳ bu sene hiç ẕaḫīre
Żımnen sevinip yüzde acır ḥāl-i faḳīre (Saedgul, 2015, s. 348/18)
Hicrî Dede, şiirin sonuna doğru yaşanılan bu durumu dünyanın cehenneme dönmesi olarak görür ve yine de “derdimizi Allah’a arz edelim” der.[11] Son beyitte ise milyonlarca hastanın çaresiz bir şekilde ah ettiğini, yine milyonlarca insanın ülkede sefalet içinde bir ekmek parçası (/parası) bile bulamadığını söyler. Çoğu zaman bunun temel sebebinin baştan beri anlatmaya çalıştığı zengin kesimin açgözlülüğü olduğunu belirtir.
Milyonca marīż āh ediyor çāresi yoḳtur
Milyonca da her ülkede nān pāresi yoḳtur
(Saedgul, 2015, s. 348/20)
Hicrî Dede’nin, Yağmur Duâsı başlıklı şiirinde de muhtekirler hakkındaki eleştirilerini görürüz. Dede, ticaret ahlakı olmayan, ihtiyaç maddelerini stoklayıp yüksek fiyatlardan satan istifçileri çok sert bir dille eleştirir. Onları, Kerbelâ faciasında Hz. Hüseyin’i katledenlerden ve edebiyatta aşağılamanın, kötülüğün bir sembolü olan Şimr[12] ile özdeşleştirir. Lanetli Şimr tabiatlı istifçiler hiçbir zaman gönül huzuruna ermesin ister. Bunun için Allah’a onları yok edip güçten düşürmesi için yakarır. Ancak yoksul mazlumlar böylelikle saadetten nasiplenebilir.
O mel’ūn Şimr ḫilḳat muḥtekirler olmasın dilşād
Zevāl ver ẓālime, maẓlūm feyż alsın sa’ādetten (CS/129/3)
Hicrî Dede, Tevmîn Yardımı başlıklı şiirinde ise nihayet yapılan erzak yardımıyla ve mevsimin bolluğu ile gönüllerin huzur bulduğunu, stokçuların ise cezalandırıldığını söyler.
Hep ḳulūb aldı ṣafā mevsim muṭā’inden bugün
Muḥtekir bāyi’leri menfūr ü meksūr eyledin
(Saedgul, 2015, s. 288/6).
Kuraklık ve Kıtlığın Yoksulluk Üzerine Etkisi
Hicrî Dede’nin yaşadığı coğrafya genel olarak kurak bir iklime sahiptir. Yağmurun kuraklığın giderilmesi için bir umut olarak görülmesi nedeniyle bölgede yağmur dualarına büyük önem verilmektedir. Bu durum Dede’nin şiirlerine de aksetmiştir. Özellikle Yağmur Duası, Dedelerin Yağmur Duâsı, Bu Mevsimde Yağan Yağmurlara Dedelerin Teşekkür Nâmesi, Dedelerin Yağmur İçin Beyân-ı Teşekkürü başlıklı şiirleri doğrudan kuraklığa çare olacak yağmurun Allah’a yakararak istenmesiyle ilgilidir. Kuraklığın yarattığı gıda yetersizliği yani kıtlık aynı zamanda yoksulluğun temel sebeplerinden biridir.
Şair, Yağmur Duası başlıklı şiirine rahmet yağmurlarından mahrum bırakmaması için Allah’a yakararak başlar ve kudret arşının burcundan can veren hayat suyunu akıtmasını diler. Yağmur, âb-ı hayât olarak nitelendirilmiş, hayat kaynağı olması açısından yüceltilmiştir. Suçlu bile olsalar kulları, Allah’ın huzurunda duaya gelmişlerdir. Şair, (hiç olmazsa) âlemlerin övüncü Hz. Peygamber (SAV) aşkına Allah’ın duaları kabul edip halkı bu kuraklık felaketinden kurtarmasını ister.
Bizi yā Rabbi maḥrūm eyleme bārān-ı raḥmetten
Aḳıt āb-ı ḥayāt-ı rūḥu burc-ı ‘arş-i ‘izzetten (CS/129/1)
‘İbād-i mücrimin gelmiştir istirḥāma dergāha
Ḳabul et Faḫr-i ‘Ālem ‘aşḳına ḳurtar felāketten (CS/129/2)
Hicrî Dede, şiirin devamında yukarıda örneklerini verdiğimiz üzere stokçu tüccarları eleştirir, ticaret ahlakının çöküşünden dem vurur ve son beyitte çaresiz kulların Allah’ın kapısında merhamet gözlediğini, bugün pek çok ailenin açlık, perişanlık ve yoksulluk içinde evlerinde kan ağladıklarını dile getirir.
İlāhī merḥamet gözler ḳapından bī-nevā ḳullar
Bugün çok ‘āile beytinde ḳan aġlar żarūretten (CS/129/8)
Hicrî Dede, Dedelerin Yağmur Duâsı başlıklı şiirinde mevsimin şüphesiz çok güzel olduğunu ama rahmetin yani yağmurun eksik olduğunu[13] söyleyerek söze başlar ve Kerkük coğrafyasının çoraklığına çare olacak şeyin yağmur olduğunu belirtir.
Kerkük ise bir çoraḳ maḥaldir
Yaġmur ile nā’il-i emeldir (CS/129/2)
Şiirin devamında Kerkük’ün ünlü mekânlarından Musalla Meydanı’na yağmur duasına çıkanlar tasvir edilir. Bu meydanda bir yanda dua eden şeyhler, mollalar diğer yanda ise nefsine düşkün ayyaşlar bulunmakta; kalender bir derviş, bahar günü kara güne dönmesin diye gönlü yanarak ağlamaktadır. Her bir fert, çaresizce Allah’tan rahmet yağdırmasını beklemektedir.[14] Eğer yağmur yağarsa kuraklık son bulacak, bolluk ve bereket günleri gelecek, parasız halk yoksulluktan kurtulup refaha erecektir. Yaylalar yeşerecek, koyunlar otlayabilecek, çiftçiler taze yağmur ile hayat bulacak ve dolayısıyla geçim sıkıntısı sonlanacaktır.
Tanrım buluṭ ile feyż yaġdır
Yaġmur yaġacaksa şimdi yaġdır (CS/130/8)
Müfliste dolu ola ḳoyunlar
Yaylada merām ala ḳoyunlar (CS/130/9)
Gül açsa olur çiçekçi mesrūr
Zürrā’a ḥayāt, taze yaġmur (CS/131/18)
Hicrî Dede’nin Dedelerin Yağmur İçin Beyân-ı Teşekkürü başlıklı şiirinde de yağmurun kuraklığın çaresi olarak görüldüğüne şahit oluruz. Şair, şiirine yağmur verdiği için dünyayı mamur eden feleği överek başlar. Zira kurak bir iklime sahip olan bu toprakların halkı için her bir yağmur tanesi (nem), etrafa yayılmış inci gibi değerlidir.
Ey felek bin āferin dünyāyı ma’mūr eyledin
Ḫalḳ için her bir nemin bir dürr-i menşūr eyledin (CS/132/1)
Şiirin ikinci beytinde yağmurun yağışı güzel bir nedene bağlanır. Yoksul ve çaresizlerin yüreklerinden çıkan ah dumanı göğe yükselip buluta dönüşmüş ve sonra yağmur olarak geri dönmüştür. Yani rahmetin kaynağı mazlum halkın duası ve feryadıdır.
Yükselince dūd-ı āh-ı sīne-i bī-çāre-gān
Bir bulut yaptın onunla ḳuṭlu yaġmur eyledin (CS/132/2)
Şair, şiirin devamında bahar tasvirleri yapar ve yağmurun yağmasıyla doğanın yeniden canlanışını anlatır. Böylelikle kuraklık günlerindeki sıkıntıların yerini aşk ve sevinç dolu günler almıştır. Öyle ki şair, yağmurun yağışıyla doğanın canlanışını tecellinin manası olarak görür ve mutribe (çalgıcıya) seslenerek santuruyla her dağı, Hz. Mûsânın vahiy aldığı, Allah’ın ona tecelli nurunu gösterdiği Tûr Dağı hâline getirdiğini söyler, doğadaki bu değişimi ilahî tecelliye bağlar. Devamında da cömertliğin sembolü olan Hz. İbrahim’e gönderme yaparak yağmurun yağışıyla gelen bereket sayesinde her yerde hanlar kurulduğunu aç ve açıkta olanların refaha kavuştuğunu belirtir.[15] Son beyitte Hicrî Dede’nin çoğu şiirinde şahit olduğumuz üzere güçlü bir sosyal eleştiri görülmektedir. Şair, halkın geçim sıkıntısı yaşadığı kuraklık ve kıtlık dönemlerini kendilerine fırsat bilip mal stoğu yapan ve malları yüksek fiyatlardan satmaya kalkışan vurguncuları sert bir dille eleştirir.
İntiẓār-i ḳaḥṭ ederken ḫayli ehl-i iḥtikār
Vay elin var olsun ama gözlerin kör eyledin (CS/132/7)
Hicrî Dede’nin yaşadığı coğrafya yıllar boyunca gerek savaşlar gerekse kurak iklimi nedeniyle yaşam şartlarının zor olduğu bir coğrafya olmuştur. Bu durumun üzerine bir de H. 1342 (M. 1923) yılında yaşanılan bir çekirge istilası, yaşamı daha da zora sokmuştur. Şair, yaşanılan bu felakete karşı sessiz kalmamış ve “çekirge” redifli bir murabba ile istiladan kaynaklanan kıtlık ve dolayısıyla yoksulluk durumunu dile getirmiştir. Hicrî Dede’nin söz konusu şiirine, Atâullah Ağa’nın bir şiir mecmuasında[16] 342 Senesinde Memleketimize Hücûm Eden Çekirge İçün Mahmûd Hicrînin Söyledigidir başlığıyla rastlanılmaktadır.
Dede, bir ordu olarak nitelendirdiği çekirge sürüsüne askerlerini kenara çekip artık çiftçilere zarar vermemesi ikazıyla şiirine başlar. Yaman çekirge, âdeta bir ateş gibi canları yakmakta, ekin tarlalarına girerek ekincileri gaddarca zarara uğratmaktadır. Çekirge yüzünden insanların evleri, ocakları mahvolmaktadır. Çekirgelerin emriyle memlekete sanki veba askerleri de gelecektir. Zira çekirge istilasının sonucu olarak kıtlık baş gösterecek ve gıda yetersizliği nedeniyle insanlar çeşitli amansız hastalıkların pençesine düşecektir. Çoğu kişi çekirgelerin zulmü yüzünden kederlidir. Bu nedenle çekirge gözden uzak olmalı, yok olmalıdır.
Çek ceyşi kenāre yan çekirge
Zürrāʿa yeter ziyān çekirge
ʿAzmiŋle yaḳıldı cān çekirge
Ᾱteş misiŋ ey yaman çekirge
Baḫş eyleme kiştkār[a] āzār
Büstāna ṭaḳınma olma ġaddār
Evḳātımız olmasun ḫaleldār
Ey māḥi-i ḫānumān çekirge
Emriŋ olaraḳ olunca meʾẕūn
Ṣanki geliyor cünūd-ı ṭāʿūn
Çoḳlar sitemiŋden oldı dil-ḫūn
Gözden yüri ol nihān çekirge
Yoldaşlar bu konuda hep dertleşmektedir, ekinci kardeş derin üzüntü içerisindedir, bostancılar haşşaş misali gezmektedir. Çekirge, insanların bedenini güçsüz ve zayıf hâle getirmiştir. Bağlara zehir saçan çekirge yüzünden bülbül gülsüz, süsen dilsiz, âşık da şaraptan ve güzel sevgilisinden yoksun kalmış yani doğa derin bir sessizliğe gömülmüş, çekirge istilasıyla mücadele nedeniyle aşk duygusu bile önemini kaybetmiştir.
Hep etmede ḥasbiḥāl yoldaş
Mātem-zededir ekinci ḳardaş
Bostancı gezer misāli ḥaşşāş
Etdiŋ teni nā-tüvān çekirge
Efsūs ola ʿandelīb gülsüz
Sūsen ʿacabā düşer mi dilsiz
ʿᾹşıḳ daḫi bī-[mey ü] nigārsız
Ey bāġlara sem-feşān çekirge
Çekirgeler memlekete verdikleri zarar ile can almaktadır. Köylü, gece gündüz önlerinden geçen yüz(lerce) cenaze için matemin bir göstergesi olarak başları üzerinde toprak savurmaktadır.[17] Şair, şiirin sonunda her yanı saran çekirgeler yüzünden Allah’a yakarır ve bu afetin halkı yuttuğunu, kuldan medet kesilse bile her bir kişinin Allah’ın keremini gözlediğini söyleyerek dua eder.
Ṭopraḳ ṣavurur baş üzre köyli
Yüz mevt geçer nehār u leyli
Dilinden refʿolundı meyli
Fellāḥa ḳuṣurdı ḳan çekirge
Yā Rab yutuyor bizi bu āfāt
Ḳuldan meded kesilse heyhāt
Gözler keremiŋ cihānda her ẕāt
Ṣarmış bizi el-emān çekirge
Maaş Yetersizliği ve Devlet Yardımı Eksikliğinin Yoksulluk Üzerine Etkisi
Hicrî Dede, gerek kendi çekmiş olduğu geçim sıkıntısını gerekse gözlemleri sonucu halkın çektiği geçim sıkıntısını şiirlerinde sık sık dile getiren bir şairdir. Kuraklık, kıtlık, savaşlar, ticaret ahlakını kaybetmiş bazı tüccarlar nedeniyle yoksulluk zaten halkın belini bükmektedir. Maaşların da yetersiz olması, parasızlığın artması günden güne borçlu aile sayısını artırmaktadır. Sosyal bir adaletsizlik söz konusudur ve şair, bu konuda da sessiz kalmamıştır. Hicrî Dede, özellikle tek geçim kaynaklarının devletten aldıkları maaş olması nedeniyle memur kesiminin halkın en çok geçim sıkıntısı çeken kesimi olduğu fikrindedir. Bu nedenle hükûmetten onlara destek olmalarını ister. Hükûmet-i Irakiyye’den Memurlar Namına Nısf-ı Ziyâde Maaş İstirhâmı başlıklı şiirinde hükûmetten maaş bağışıyla her evde çocukların ve ailenin geçim sıkıntısını kolaylaştırmasını talep eder; çünkü bu bağışa muhtaç olanlar gerçekten buna layıktır. Zamanın zenginleri zaten şanslıdır, parlak bir geleceğe kavuşmuştur. Asıl yardıma muhtaç olan memurlar ve dar gelirlilerdir.
Ey ziyāde bāri iḥsandan ma’āş imdāda gel
Sehl ḳıl her evde eṭfāl u ‘iyāl eşkālini (CS/121/2)
Müstaḥaḳtır çünkü muḥtācın olan bu baḫşişe
Parlaġ etmiş dehr müstaġnilerin iḳbālini (CS/121/3)
Dede, yetersiz maaş yüzünden içi yanan insanların dertlerine derman olunmasını ister ve gelecek bayram vesilesiyle “Ey para, çabuk yetiş de bu bayramda kalp ateşini söndür, memurların kötü durumunu hayra çevir” der. Şaire göre her görevli iç geçirerek her ay maaşını beklemektedir ki geçimini sağlayacak bu maaşla kötü hâlini iyi hâle döndürsün. Bu durum memurların düzenli maaşla bile geçinemediğini, ekonomik bir dengesizlik olduğunu gözler önüne sermektedir.
Tez yetiş dinâr söndür nār-i ḳalbi işbu ‘īd
Ḫayra tebdil eylesin me’mūrların aḥvālini (CS/121/5)
Her muvaẓẓaf māh gözler āh eder alsın ma’āş
Ḥüsn-i ḥāle döndüre tā ḥālet-i iḫlālini (CS/121/6)
Hicrî Dede, hayat pahalılığından dem vurur ve çarşıdaki dükkân sahiplerinin aldıklarının can, sattıklarının kan olduğunu söyleyerek Allah’tan onları ıslah etmesini diler. Çoğu şiirinde gördüğümüz üzere fahiş fiyat uygulayıp halkı sömüren esnafı eleştirir. Yüksek fiyatlar karşısında memurun maaşının yetersiz kalacağı aşikârdır.
Aldıġı cān ṣattıġı ḳan ehl-i dükkān çarşının
Allah ıṣlāḥ eylesin her bāyi’ u baḳḳālını (CS/121/7)
Hicrî Dede, şiirin sonunda her şeye rağmen umutlu olduğunu belirtir. Bayramın gelişiyle kederin biteceğini düşünür ve Allah’ın zamanın zehre dönmüş balını tekrar tatlı edeceği beklentisiyle dua eder.
Var ümīdim gelse ‘īd, olsun bu ġam bizden ba’id
Tatlı etsin Ḥaḳ zamānın zehre dönmüş balını (CS/121/8)
Hicrî Dede, Tevmîn Yardımı şiirinde de tek maaşla geçinmeye çalışan memurların yaşadıkları geçim sıkıntısını dile getirir.
Tek ma’āşa göz diken maġdūr olan me’mūr çok
Müşkülü ḥal etmege yardımla destūr eyledin
(Saedgul, 2015, s. 287/5).
Dede’nin kendisi de zaman zaman maaş yetersizliğinden dolayı ekonomik sıkıntılar çekmekte ve bunu şiirlerinde belirtmektedir. Aile Gâilesi (Hayât-ı Mâzî) başlıklı şiirinde gençlik dönemini sıkıntısız ve refah içinde geçirdiğini, ailesinin koyunculuktan iyi paralar kazandığını ve ağabeylerinin de ondan masrafı esirgemediklerini söyler (Saedgul, 2015, s. 11). Şair, yaşadığı maddi-manevi dönüşümü bu şiirinde dile getirmiştir.
Hicrî Dede, aile kurmadan önce kendi hâlinde herhangi bir sorumluluğu olmayan, zevkine göre seyyar olarak gezen, nerede bir eğlence varsa oraya giden, serseriler gibi sokakta yaşayıp dertten, tasadan uzak içki içerek gününü geçiren biri olduğunu söyler.
Ḫoş o demler ‘ālem-i tecritte muḫtār idim
Ḫāne ḳaydın çekmeyen ruhbān gibi bī-kār idim
Ẕevḳım üzre her zaman iller gezen seyyār idim
Nerde bir şenlik olurdu anda muṭlaḳ var idim
Ḫāne-berdūş u ḳadeḥ-peymā ḳalender-vār idim (CS/99/I)
Şiirin devamında evlenmeden önce çocuk ve geçim derdi olmadığını, en büyük belaların bile onu sarsmadığını, evde kırlangıç misali kendisinden gıda bekleyen yavrusu olmadığını, hiç kimsenin önünde eğilip bükülmek zorunda kalmadığını, kendi hayal dünyasında bir sultan gibi yaşadığını söyler. Aile kurmadan önceki hayatında nerede olursa olsun, ruhu huzurludur. Uyuduğu yer külhan olsa ona yine gül bahçesi gibi güzel gelir, değerli bir hazine gibi olan dimağının can gözü açıktır; şarap hazır, dostlar içten, her şey güzeldir. Kâinatın gerçek dertlerinden habersizdir.[18] Ancak ailesini kurduktan sonra her şey değişir, artık sorumlulukları artmıştır. Yaşam tatsızlaşmış, sofrada ne şeker ne bir ekmek parçası (kırıntısı) vardır. Kız çocukları inci isterler; ancak gözde nem (gözyaşı incisi) vardır, inci alacak para yoktur. Kundaksız bebek yerde inler, onu yatıracak bir beşik yoktur. Üzerlerinde yırtık elbiseler vardır, çare olacak bir el yoktur. Bu yoksulluk karşısında şairin ruhu, âdeta sazda olup da sesi çıkmayan (yakıcı, dokunaklı bir sesi olmayan) bir tel gibidir, sessiz ve hüzünlüdür. Çocuklarının isteklerini karşılayamadığı için acı çeken, yoksulluğun karşısında çaresizlikle kendini işe yaramaz hisseden bir aile babasının yaşadığı duygusal çöküş gözler önüne serilmiştir.
‘Ayş talḫ olmuş şeker yoḳ süfrede nān-pāre yoḳ
Ḳız çocuḳlar inci ister gözde nem var pāre yoḳ
Yerde ṭıfl-i bī-ḳımāṭ inler meger kehvāre yoḳ
Ṣırtımızda parçalanmış var libās el çāre yoḳ
Ṣavtı muḥriḳ olmayan demsāz-ı diger tār idim (CS/100/VII)
Hicrî Dede’ye göre yoksulluktan beli bükülmüş, perişan olmuş bir ailenin insan için cehennem yerinden farkı kalmamıştır. Ekonomik sıkıntılar aile içindeki bireyler arasında huzur da bırakmaz. Her kıl ucu kadar felaketten bile bin bela açılır, sorunlar büyüdükçe büyür. Yoksulun evinde her gün mahşer günü gibi kavga kıyametle geçer. Öyle ki açlıktan Azrail’den ruhlarını teslim almalarını isterler. Bu hâliyle aile ortamı âdeta mezar yerine dönmüştür; oysaki daha önce bu ortamdan uzakken eziyetten, acıdan da âzâdedir, özgürdür.
Ādeme ‘ayn-i cehennemdir perīşān ‘āile
Her ser-i mūyı felāketten açar bin gā’ile
Ḫāne-i müflisdedir maḥşer geçer ġavġā ile
Ḳabż-i rūḥ etmekte aç menzil, döner ‘Azraīl’e
Bu mezardan dūr olan āzāde-i āzār idim (CS/101/VIII)
Atâ Terzibaşı, Kerkük Şairleri adlı eserinde Hicrî Dede’nin Kerkük Sultânî Medresesi ve Kale İlkokulundaki görevleri döneminde aldığı maaşla babasından kalan servetin geçimine yettiği; ama aniden bir emirnameyle Kale İlkokulundaki görevine son verilip işsiz kaldığı, nihayetinde babasından kalan mirasın da tükendiğini söylemektedir. Dede, tamamı 31 Teşrinievvel 1330 tarihinde Havadis gazetesinde yayımlanan bir manzumesinde geçim sıkıntısını şu beyitle dile getirmiştir: (Terzibaşı, 2013, s. 12).
Ḳalmadı mün’im iken bir ḳamerī bir çarḫīm
Çıktı çarḫim ser-i çarḫa ḳamerīm de ḳamere
Hicrî Dede, Arzuhâl ve Hasbihâlim başlıklı şiirinde de maaşının yetersiz olduğundan bahseder. Aile içindeki geçim derdinden bülbül tabiatı zarar görmüş, onun için gül bahçesi âdeta külhana dönmüştür.
‘Āilem hem ġā’ilem efzūn ma’āşım dūn benim
Bülbül ṭab’ım yaḳılmış külḫan olmuş gülşenim (CS/9/1)
Hicrî Dede’nin çoğu şiirinde yoksulluğu cehennem ateşine benzettiği görülmektedir. Bu şiirde de cehennem ateşi gibi olan yoksulluğun tek çaresi paradır; ancak parayla (dinar) bu ateş soğur. Benzer bir ifade Talebelere Tevzî-i Mükâfât Münasebetiyle Hicrî Dede Tarafından Okunan Kasîde’de de görülmektedir.
Serd olur nār-i cehennem ṭurra-i dinar ile
Der-kenār eylesin bu āteşten yanan cān u tenim (CS/9/3)
Dinar ile iṭfā olunur nār-i cehennem
Ger mevḳi’ine ṣarf edecek olsa ādem (CS/146/10)
Hicrî Dede, Hasbihâl (Akçe) başlıklı şiirinde paranın öneminden bahseder. Para görenin şansı yıldız gibi parlarken parası olmayan en akıllı kişinin bile kör gibi kaldığını söyler.
Akçe görse parlar iḳbālin felekte aḫterī
Akçesiz a’mā ḳalır erbāb-i ‘aḳlın gözleri (CS/94/1)
Şiirin genelinde para sahibi olabilmek ve olamamak durumları karşılaştırılır, toplumun genel sefalet hâli dile getirilir. Toplum ekseriyetle yoksuldur ve toplumdaki yoksulluğun psikolojik yansımaları kendini iyice hissettirmektedir. Yaşam kan olmuştur, talih alçaktır, hor görülme ve ahlaki çöküş artmıştır, halk âciz hâldedir. Halkın çoğunluğu açlık derdiyle ışıksız, umutsuz uyumaktadır.
‘Ayş ḫūn iḳbāli dūn ẕillet füzūn ḥālet zebūn
Derd-i cū’ ile uyur şamsız bu ḫalḳın ekseri (CS/94/7)
Şair, maddi yoksulluğun, manevi ve kültürel yoksulluğu da getireceğini ifade eder. Oysa gençlerin ve ülkenin eğitim, bilgi ve sanata ihtiyacı vardır. Allah’ın bu konuda lütfunu esirgememesi dilenir.[19] Şiirin sonlarına doğru yoksulluktan kurtulma yollarından bahsedilir.[20] Bu şiirin altıncı beytinde de şairin yoksullukla cehennem ateşi arasında ilgi kurduğuna şahit oluruz. Şaire göre yoksulluk öyle bir ateştir ki cehennem bile ondan korkar.
Āteş-i ḳahr-i żarūretten cehennem ḫavf eder
Dāneler görmüş ṭuyūrun yanmasın bāl u peri (CS/94/6)
Dede, İntibâh şiirinin genelinde de açlık ve yoksulluk konusunu ele alır. Şiirin bir beytinde paranın cehennemi bile gül bahçesine çevirebilecek kudrette olduğunu söyler.
Varsa dinarın cehennem nārını gülzār eder
Madde-i ma’nā bugün Firdevs-i A’lā’dan ḳonuş (CS/59/6)
Hicrî Dede, ekonomik sıkıntılarından Dede’nin Ölüm Dağdağası[21] başlıklı yazısında da bahsetmiş, maaşının az olduğunu bu nedenle yeterince para toplayamadığını, kendisinden sonra aile halkının idare edeceği bir mülke sahip olmadığını, ölümünün ardından evinde sadece ikisi basılmış, geri kalanı basılmamış toplam on iki eser ile iki kız evladının kalacağını dile getirmiştir.
Hicrî Dede, bazı şiirlerinde şairliğin yeteri kadar ilgi görmeyen bir meslek olduğunu, bu mesleğin geçimini sağlayacak parayı getirmediğini belirtir. Bu şiirlerinden biri de dört gözle doğumunu beklediği; ama maalesef üç yaşındayken hastalıktan kaybettiği ilk erkek çocuğu Ali Galip için yazılan Nevzad Oğlum Ali Galib İçin Ninni başlıklı şiiridir. Şiirinin son beyitlerinde oğluna babası gibi şair olmamasını, aksi hâlde huzursuz olacağını, şiir yazmaktan başka işlere vakit kalmayacağından yeterli kazanç elde edemeyeceğini, cihana sığmayacak güzellikte bin beyit yazsa da başını sokacak bir harabe ev bulamayacağını söyleyerek nasihatte bulunur.
Lākin sana bir vasiyyetim var
Ḥaḳḳında ki ḥüsn-i niyyetim var (CS/152/14)
Olma pederin misāli şā’ir
Ḳalma ṣonu bī-ḥużūr ü ḫāsir (CS/152/15)
Şā’irligi ṣanma elde ṣan’at
Ekmek kesici yamān ṭabi’at (CS/152/16)
Bin beyt yapar cihāna sıġmaz
Bir beyt-i ḫarābe kendi bulmaz (CS/152/17)
Dede, şairlikten geçinemediği ve şairliğin kıymetinin bilinmediği yönündeki fikirlerini Arzuhâl ve Hasbihâlim şiirinin ikinci ve dördüncü beyitlerinde de paylaşmıştır. “Beyt” kelimesini her iki anlamıyla kullanan şair, kusursuz pek çok şiir yazmasına rağmen, kendine bir ev alamadığından, meskeninin yoksulluk nedeniyle soğuk ve karanlık bir mağaraya döndüğünden bahseder. Şairlik konusunda yeteneklidir ama kimse bunu fark etmemektedir. Değerinin ortaya çıkması için bir iltifat gösterilmesini ister.
Bin güzel beyt-i ḳuṣur bî-ḳuṣurum var benim
Kendime bir beyt bulamam ġāra dönmüş meskenim (CS/9/2)
Cevherim ger var ise lākin ayaḳ altındadır
İltifat et başa çıḳsın ey güneşten rūşenim (CS/9/4)
Hicrî Dede, yaşanılan olumsuz hayat şartları ve maaşının yetersizliği nedeniyle belli ki borç içine de düşmüştür. Onun Dâin u Medyûn ve Medyûn Bir Müflis şiirleri yoksulluğun insanları nasıl borçlu bir duruma düşürdüğünü ve bu durumun insan üzerindeki psikolojik etkilerini çok net bir şekilde göstermektedir.
Şair, Dâin u Medyûn başlıklı şiirine her zaman alacaklıların kapıyı çalıp gam gösterdiğini, dirhem (para) düşünse kaderin ona tasa gösterdiğini söyleyerek başlar. İnsanlar ondan borçlarını, Allah da farzlarını talep etmektedir. Bir taraf zindanı diğer taraf ise cehennem azabını gösterir. Şair, insanlarla dinî sorumlulukları arasında sıkışmışlık hissi yaşamaktadır.
Her zaman dā’in ki daḳḳ-ül-bāb edip ġam gösterir
Fikr-i dirhem eylesem devrān bana hemm gösterir (CS/110/1)
Ḫalḳ benden ḳarżın ister Ḫāliḳım da farżını
Bir ṭaraf zindān, biri ḫavf-i cehennem gösterir (CS/110/2)
Bir taraftan ailesi refah istemektedir ama ne yazık ki geçim derdi baş göstermiştir. Para yok dese sanki ok fırlatılır. Bu baskı nedeniyle boynuna sağlam bir zincir takılmış gibi hisseder. Öylesine baskı altındadır ki ölümü bile düşünür fakat kabre girse bu sefer de Münkir ve Nekir onu sorgulayacaktır. Hayatta kalsa alacaklı karşısına dikilecektir. Her türlü, borçtan kaçış yoktur. Can çıksa matemi bir gün biter; oysa alacaklının yüzü her görüldüğünde yüz matem yaşanır. Yani borçlunun yaşadığı utanç ve sıkıntı daimîdir.
Bir ṭaraftan ‘āile ‘ayş ister açmış ġā’ile
Yoḳ desen oḳ fırlatır çoḳ ṭavḳ-ı muḥkem gösterir (CS/110/3)
Ḳabre girsem söylüyorlar var Nekīr ü Münker’i
Zinde ḳalsam dā’inim ejder gibi dem gösterir (CS/110/4)
Cān çıḳarsa tenden ama mātemin bir gün geçer
Her görürken dā’inin yüz mātem gösterir (CS/110/5)
Şiirin devamında, mahkemede ya hapis cezası ya da borcu ödeme zorunluluğu kararı çıkacağından, Allah’a olan borcun insanlara olan borçtan daha kolay ödenebileceğinden bahseder. Başta borç almanın tatlı olduğunu ama ödeme vakti gelince zehre dönüştüğünü söyler.[22] Şair, her gelen yeni ayda borç derdinin hafifleyeceğini düşünse de sonuç maalesef düşündüğü gibi olmaz. Velhasıl ona göre bir kurdun binlerce zehriyle insanı etkisi altına alıp sardığı bu dünya pişmanlıklarla doludur; çünkü dünya hayatı borç, sıkıntı ve belalarla örülüdür, kurt gibi insanı içten kemirir.
Ḳarż derdin ref’ ḳılsın görmedim bir māh-i nev
Ża’afımdan her ay hilāl-i ṭāli’im ḫam gösterir (CS/110/10)
Bak ne demdir ḥāṣılı Dünyā nedemdir ey Dede’m
Bir kirm binlerce semm hep muṭalsım gösterir (CS/110/16)
Hicrî Dede, Medyûn Bir Müflis şiirinin tamamında da yoksulluk, sefalet, borçluluk ve bunların getirdiği toplumdaki ahlaki çöküş temasını işlemiştir. Daha önce de bahsi geçtiği üzere yoksulluğu bu şiirinde de cehennem ateşiyle karşılaştırır. Öyle ki cehennem ateşi sefalet ateşini görse korkar. Borçlu insanın her anı yüz ölüm anından daha ibretliktir. Hele ki bolluğu, nimeti gören insanın bu hâle düşmesini hiç istemez; zira güçten düşen aslan tilkiden daha aşağı olur.
Cihânda var mı bir muḥriḳ belā ġayr-i sefāletten
Cehennem ḫavf eder āteş görünce faḳr u ẕilletten
Beterdir müflisin her bir demi yüz mevt-i ‘ibretten
İlāhī düşmesin görmüş bir insān feyż-i ni’metten
Olur tilkiden ednā şīr nerde düşse ḳuvvetten (CS/111/I)
Şair, borçlu bir kişinin yaşadığı psikolojik durumu aktarmaya devam eder. Alacaklı kapıya geldiğinde borçlu kendini idama çağrılmış gibi hisseder veya gemisi batmış, kanlı bir girdapta boğulmaktadır. İnsanın refah zamanında çok dostu olur ama asıl zor zamanlarında dostlara ihtiyacı vardır. Böyle utanç zamanlarında ölüm bile daha iyidir.
Ne demdir müflise dā’in gelip eylerse daḳḳ-ül-bāb
Ṣanar i’dāma med’uvdur düşer o hāmdan bī-tāb
Veyā keştī ḳırılmış mevce gelmiş ḳanlı bir girdāb
Zamān-ı ‘ayşda aḥbāb çok, lāzım bugün aḥbāb
Ölüm ḫoştur ilāhī böyle hengām-ı ḫacāletten (CS/111/II)
Alacaklı, “Hâlini anladım ama seni borçlandıran geçim planı yapmadan siyasete girişmendir. Servetsiz siyaset olmaz. Maddi planlama yapmadan yüksek ideallere yönelip siyaset yapılamaz, aksi hâlde borç batağına düşmek kaçınılmazdır” der. Yani tasarruf olmadan sorumluluk alınamaz.
Dā’in söylüyor ben anladım ḥālin ne ḥālettir
Seni medyūn edip rızḳın kesen fikr-i siyāsettir
Bunun da ehl isti’dādı vardır ġayre nikbettir
Siyāset ḳuş misāli ḳol ḳanadı maḥż-i servettir
Çalış sen iḳtiṣāda sonra meydān al siyāsetten (CS/112/III)
Kader, borçlunun kalbinde her an yeni yaralar açar. Borçlu kimse borcu borçla kapatmaya çalışır. Hep bir umutla fakirlik hâlinde “Filan yerde zahirem (tahılım) var, sabret para gelecek diye alacaklıya yeminler eder.[23] Vicdanlı kişilere bile güven kalmamıştır. Yokluk insanı utandırır, aydın gençler bu sefaletin etkisi ile âdeta erkenden yaşlanır. Yoksulluk hâli doğru insanı bile hilekâr hâle dönüştürür. Bu durumun kurtuluşu ise iktisadı bilmek, tasarruflu davranmaktır.
İnanma ehl-i vicdān kendini bī-i’tibār eyler
Utansın ṭāli’i insānı yoḳluḳ şerm-sār eyler
Münevver genci de renc-i sefālet iḫtiyār eyler
Sen yüz doġru olsan da żarūret ḥilekār eyler
Bilirse iḳtiṣādın ḳurtulur insān felāketten (CS/112/V)
Dede, şiirin devamında artık her şeyin borçla alındığını söyler. Yorgan, elbise, ekmek, yemek, kuru ünvan; hatta iman bile borç olmuştur. İnsanlar zehir gibi bir hayat yaşamaktadır. Emek yoktur; ama laf eden çoktur. Tevekkülden veya hükümetten bir şey beklemek yerine azmedip çalışılmalıdır.[24]
Allah, Rezzak’tır, rızkı verir; ancak “İnsana sadece çalıştığının karşılığı vardır” buyurmuştur. Dünya sebepsiz yere dönmez. Sebepsiz yere ağaçtan ağzımıza armut düşmez. Tembellik ahmakların işidir, insanlık çalışmayı gerektirir. Dinî açıdan da çalışmanın önemi vurgulanmıştır.
Kerim Allāh, Rezzāḳ olduġun biz bildik (āmennā)
Buyurmuş “Leyse Lil-İnsān-i İllā mā sa’ā” ammā
Merām üzre sebepsiz ṣanma döner miḥver-i Dünyā
Aġaçtan bī-sebep armut düşer mi ağzına ḥāşā
‘Aṭālet ḫūy-i ḫirdendir mesā’ī ādemiyyetten (CS/113/VIII)
Dede, geçim sıkıntısının çözümü olarak sürekli azimle çalışmak, eğitim, bilim ve üretime önem vermek gerektiğinin üzerinde durarak şiirini sonlandırır.[25]
Yoksulluğa Aranan Çareler, Beklentiler ve Öneriler
Hicrî Dede, şiirlerinde büyük oranda yoksulluğun toplum üzerindeki etkileri ve yoksulluğun sebepleri üzerinde durmuş ancak bununla kalmayıp yoksullukla nasıl mücadele edilebileceğinden bahsederek çeşitli önerilerde de bulunmuştur.
Hasbihâl (Akçe) şiirinde yukarıda Maaş Yetersizliği ve Devlet Yardımının Eksikliğinin Yoksulluk Üzerine Etkisi başlığında verdiğimiz beyitlerde paranın öneminden ve yoksulluktan bahsetmiş, devamında ekonomik kalkınma ve yoksulluktan kurtuluş yolunun üretim, ilim, eğitim ve sanattan geçeceğini ifade etmiştir. Memleket sanat; çiftçi yardım beklemektedir. Milletin hazinesinin cevheri irfan (bilim) mektebiyle parlar.
Ṣan’at ister memleket zürrā’ yardım bekliyor
Mekteb-i ‘irfānla parlar kenz-i millet cevheri (CS/94/10)
Şaire göre bilginin ışığı doğudan doğmuştur. Avrupa, ilmi bizden öğrenmiştir; ancak onlar çalışmış biz eksik kalmışızdır. Şair yine de bir gün Irak’ın (Doğu’nun) yıldızının yeniden doğacağı konusunda umutludur.[26] İlimle en yüce mertebeye ulaşan millet, bir gün sefalet içinde dolaşsa da milletin askeri yine gökkuşağı gibi yükselecektir.
İlm ile a’lā ‘alem berdūş olup bir gün yine
Yükselir ḳavs-i ḳuzaḥ timsāli millet ‘askeri (CS/95/13)
Dede’nin Medyûn Bir Müflis şiirinde yokluğun insanı nasıl utandırdığından, sefaletin gençleri erkenden yaşlandırdığından, en dürüst insanın bile bu hâl içindeyken nasıl hilekâr bir kişiye dönüştüğünden bahsedilmiş, nihayetinde bu durumdan kurtulmanın yolu maddi planlama yapma ve tasarruflu bir tutum izleme gerekliliğine bağlanmıştır.[27] Ayrıca aynı şiirin dokuzuncu bendinde hayırlı işler yapan kişilerin isimlerinin ölümsüz olacağını, kendisi çalışarak başarı elde edenlerin kimseye boyun eğmek zorunda kalmayacağını söyler. Sanayisiz kalan bir milletin sonunun kötü olacağını ifade ederek üretimin önemini vurgular. İrfan sahipleri keder çekmez ve hep izzetle yaşar. Sanat ilmine önem verenler mutluluğu bulacaktır. Dolayısıyla şaire göre üretim ve bilgi, borçsuz ve şerefli yaşamın anahtarıdır.
Ölüm görmez o insān-ı ḫayır bāḳī ḳalır nāmı
Baş egmez şāh u māha kendi sa’yinden alan kāmı
Ṣanāyi’siz ḳalan bir milletin ‘illettir encāmı
Yaşar ‘izzetle erbāb-i ma’ārif çekmez alāmı
Odur mes’ud olan sermāye bulsun ‘ilm-i ṣan’attan (CS/113/IX)
Hicrî Dede, şiirin son bendinde eğitimin önemine vurgu yaparak “Bugün parlayan güneşi temsil edenin, perişan (yoksul) millete yeniden itibar kazandıranın, tüm insan topluluklarını zenginleştirenin, göklerdeki izzet yıldızlarını yere indirerek ulaşılabilir kılanın eğitim olduğunu” söyler. Sefaletten, geri kalmışlıktan, karanlıktan kurtuluşun ve kalkınmanın, yeniden itibar sahibi olabilmenin, dünya çapında söz sahibi olmanın temel anahtarı eğitimdir. Eğitim ki gökteki yıldızlar misali ulaşılmazı ulaşılır hâle getirir, bir milletin kaderini değiştirir.
Ma’ārifdir bugün temsil eden şems-i diraḫşānı
Ma’ārifdir perīşān millete baḫş eyleyen şānı
Ma’ārifdir bütün zengin eden aḳvām-ı insānı
Ma’ārifdir alan elbet cihāngīrāne devrānı
Ma’ārif ḫāke indirmiş nücūmu ‘arş-i ‘izzetten (CS/113/X)
Dede’nin kuraklık ve dolayısıyla kıtlığın yoksulluğa etkisi üzerine pek çok şiir yazdığı tanıklarıyla daha önce belirtilmiştir. Yaşadığı toprakların kurak bir iklime sahip olmasının şairin bu yönde şiirler yazmasına vesile olduğu düşünülebilir. Şair, kuraklığa çare olabilecek birtakım projeleri de şiirleri vasıtasıyla dile getirmeye gayret etmiştir.
Hicrî Dede, Kerkük’ü ikiye böldüğü bilinen Hasa Nehri’nin (Hasa Çayı/Hasasu) adından sıkça bahseder. Edinilen bilgilere göre:
“Bu nehrin suyu Kerkük etrafındaki yağmur suyundan birikip bu Çay’dan akıyormuş. Ayrıca Zâb-ı Sagîr’in bir kanalıymış. Bu nehrin sürekli akması için bir baraj yapılması gerekiyormuş; fakat hükûmetler bu projeyi bir türlü hayata geçiremiyorlarmış. Hicrî Dede de bu duruma çok üzülmüş ve sürekli bu nehri düşünmüş ki Kerkük’e gelen her devlet adamına bu sorunu iletmiş. Hicrî, Fuzûlînin su kasidesinin tanzirini de Hasa suyu için yapmış. Ayrıca “Zâb-ı Sagîr” adlı bir mesnevi de yazmıştır.” (Saedgul, 2015, s. 100).
Şair, söz konusu mesnevide, Zâb-ı Sagîr’den[28] kanallarını açmasını ister. Böylelikle Kerkük’e hayat; halka huzur gelecektir.
Ey Zāb-ı Ṣaġīr aç ḳanalın milleti ḳandır
Bak, ṣu yerine şehrimizin içtigi ḳandır
Ḫāṣa Çayı’nı rah-güẕar et başla mürūra
Tā ḫalḳ bu nā’il ola ẕevḳ-ı sürūra (Saedgul, 2015, s. 100)
Hicrî Dede, Kerkük’ümüz başlıklı şiirinde de Zâb-i Sagîr’i Kerkük’ün susuzluğunu gidermesi konusunda çok önemsemiş; hatta onu altın suyu olarak nitelemiştir. Onun sayesinde ünlü şehirler arasında bu şehrin bir eşi benzeri daha olmayacaktır.
Aḳsa bize altın ṣuyu ger Zāb-i Ṣaġīr’in
Olmaz daha hiç misli ki bu şehr-i şehīrin (CS/64/4)
Şehre su getirecek yöntem ise bellidir. Eğer yöneticiler, Zâb-i Sagîr’in suyunun Hasa Çayı’na akışını sağlayacak bir kanal yaparlarsa Kerkük, cennet bahçesine dönecektir. Şehir, kevser suyuna kavuşmuş olacaktır. Şair, İntibah, Kerkük Temennileri, Sevgili Yeni Kabinemizi Tebrik ve Kerkük’te Rafideyn Bankasının Açılış Merasiminde Hicrî Dede Tarafından Okunan Manzumedir şiirlerinde bu konuyu ele almıştır.
Ey ḫavaṣ erkānı (Çay) aḳmaz ṣusuzdur (Ḫāṣa)mız
Şehre al (Zāb-i Ṣaġīr)’i ‘ayn-ı mecrādan ḳonuş (CS/61/20)
Ṣusuz bir (Ḫāṣa)’mız var ḫaṣa-i Firdevs’e ḥā’izdir
Gelir Kevser bu çaya, (Zāb)’tan āb aḳsa eger (Çay)’a
(Saedgul, 2015, s. 396/11).
Çoḳ zamāndan bekliyor (Zāb-ı Ṣaġīr)’in cedvelin
Eyleyin iḥyā’ bizi ey yāverān-ı şehriyār
(Saedgul, 2015, s. 398/7).
Ger Zāb-i Ṣaġīr olursa cāri
Firdevs edecek bizim diyāri (CS/133/15)
Şair, Hasbihâl (Akçe) şiirinde de susuzluktan yanan şehre abide gibi (gelecek nesillere kalacak) bir çeşme açılmasını önerir. Temel bir gereksinim olan su ihtiyacı karşılanırsa şehrin her yeri mamur bir cennete dönecektir.
Teşnedir belde ṣu ister ābdān aç ābide
Āb ile şehrin behişt-i ābād olur her bir yeri (CS/94/9)
Hicrî Dede, Kerkük’te 16 Temmuz 1945’te açılan Rafideyn Bankası’nın memlekete refah getireceğini, ekonomik kalkınmayı sağlayacağını düşünmektedir. Banka, yoksulların umudu olmuştur. Bu bakımdan şair, bankayı her hastanın gelip ilaç gözlediği bir şifa kapısı olarak nitelendirir. Banka, şehirdeki yoksulluğun giderilmesini sağlayacak, iki nehir (Fırat-Dicle) arasına can olacaktır. Merasimde okuduğu manzumesinde bu fikirlerini açıkça dile getirir.
Bir Maṣraf-ı Râfideyn açıldı
Kerkük’ümüze feraḥ ṣaçıldı (CS/132/1)
Bir dār-ı şifāya banḳa benzer
Her ḫaste gelip ‘ilāç gözler (CS/133/5)
Yardım edecek bu banḳa şehre
Cāndır bu iki miyān-ı nehre (CS/134/20)
Hicrî Dede’nin yaşadığı topraklar petrol açısından oldukça zengindir. Petrol, aynı zamanda şaire göre Kerkük’ün zenginleşmesi için en önemli umut kaynağıdır. Kerkük yakınlarındaki çok zengin bir petrol yatağı olan Baba Gûr Gûr için yazdığı Baba Gûr Gûr şiirinde petrol, Kerkük’ün ekonomik temini olarak gösterilir. Petrolle şehre ışıklar dolacak, işsizler iş bulacaktır. Onun sayesinde insanlar zengin olacak, refah bir yaşam elde edeceklerdir.
Kerkük, seni petrol ile te’mīn ederim ben
Zengin olacaḳ ehlin emin olmalısın sen (CS/179/18)
Petrol ile hep şehre ışıklar dolacaḳtır
Hep işsiz olan ādemimiz iş bulacaḳtır (CS/179/19)
Dede’nin Sevgili Yeni Kabinemizi Tebrik başlıklı şiirinde petrolden gelen bereketin halka da ihsan edilmesini, yoksul memleketin zenginleşmesini talep ettiği görülür. Petrolün getireceği kazanç, kamusal bir servet olarak halkla paylaşılmalıdır.
Sonra petrolün füyūżātından iḥsān isteriz
Tā bu yoḳsul memleket servetle olsun baḫtiyār
(Saedgul, 2015, s. 398/9)
Dede’nin petrolden elde edilen kazancın halkla paylaşılıp yoksulluğun giderilmesi gerektiği yönündeki düşüncelerine Kerkük Temennileri şiirinde de rastlanır. Petrol gibi değerli bir yeraltı kaynağıyla ilk temas edenler onlar olmasına rağmen, petrolün nimetlerinden yararlananlar hep yabancılar olmuştur. Bu kadar zengin rezervlere rağmen bu politika nedeniyle Kerkük, bir damla çorbaya muhtaç durumdadır. Üstelik yabancıya akıtılan (veya onların eline geçen) petrolün bir silah olarak (havan topları) halkın üzerine yağma ihtimali yani savaş tehdidi de söz konusudur.
Bütün petrolümüz aġyāra ṣalmış havan yaġmasın
Faḳaṭ Kerkük’ümüz maḥrūmdur bir ḳatre çorbaya
(Saedgul, 2015, s. 395/9)
Bu petrole esāsen sācid olduḳ biz imām ettik
Kerāmet şimdi baḫş eyler diger bīgāne me’vāya
(Saedgul, 2015, s. 395/10)
Sonuç
Yoksulluk teması açısından incelediğimiz Kerküklü Hicrî Dede’nin şiirleri, yalnızca bireysel bir mahrumiyetin dışa vurumu değil; aynı zamanda savaşların, ekonomik dengesizliklerin, adaletsizliğin ve doğal afetlerin yol açtığı toplumsal bir krizin sanatsal ifadesi olarak görülmelidir. Hicrî Dede hem Osmanlı Devleti’nin çözülme sürecine hem de İngiliz işgali ve Irak Krallığı’nın kuruluş yıllarına tanıklık etmiştir. Bu süreçte meydana gelen savaşlar, kıtlık ve sosyal yıkım onun şiirlerinde etkili biçimde yansıtılmıştır. Özellikle “Savaş Acısı”, “Harb Faciası”, “Dâin ü Medyûn, Medyûn Bir Müflis”, Aile Gâilesi (Hayât-ı Mâzî) ve “Muhteris Muhtekirlere” gibi pek çok manzumesinde yoksulluğun hem ekonomik hem de psikolojik boyutları derinlemesine işlenmiştir.
Yoksulluğun sadece doğal nedenlerden değil, aynı zamanda insan eliyle oluşan yapay krizlerden kaynaklandığı da Hicrî Dede’nin şiirlerinde açıktır. Özellikle savaş zenginleri ve fırsatçı tüccarlar bu şiirlerde ağır eleştirilere; hatta beddualara maruz kalır.
Hicrî Dede, yoksulluk ve sebepleri üzerinde dururken sadece eleştiriye odaklanmamış, yoksullukla mücadeleye dair yapıcı bir vizyon da sunmuştur. Özellikle “Hasbihâl (Akçe)”, “Medyûn Bir Müflis” ve “Kerkük Temennileri” gibi şiirlerinde eğitimin, bilimin, sanayileşmenin ve ahlaki yenilenmenin uzun vadeli çözümler sunduğunu belirtir. Üretim ve bilgi eksikliği bir toplumun her anlamda çöküşüne yol açar ve bu durum da bir milletin geleceğini tehlikeye atar.
Sonuç olarak, Hicrî Dede’nin şiirleri 20. yüzyıl başlarında Irak’ta yoksulluğun nedenleri ve sonuçlarını anlamak için eşsiz bir edebî ve tarihsel pencere sunmakta; savaş, işgal, açlık, kuraklık ve sosyoekonomik çöküntüyle yoğrulmuş Irak coğrafyasında yaşayan Türkmen halkının hem yaşadığı hem de hissettiği çok boyutlu yoksulluğun tarihî ve edebî bir belgesi niteliğini taşımaktadır. Hicrî Dede’nin eserleri, hem Irak Türkmen halkının direnişini ve kültürel mirasını yansıtan, hem de yoksulluğun ahlaki, siyasi ve ekonomik boyutlarına dair evrensel dersler sunan metinlerdir. Onun klasik Türk şiiri geleneğine kök salmış sesi, hâlen adaleti ve merhameti savunan yankısını sürdürmektedir.
Etik Beyan
Bu çalışmada “Yükseköğretim Kurumları Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesi” kapsamında belirtilen tüm kurallara uyulduğu beyan edilmiştir


